Anksiyete Bozukluklarının Betimleyici Yaklaşım, Bilişsel-Davranışçı, Dinamik ve
Varoluşçuluk Açısından Değerlendirilmesi
Anksiyete duygusu hemen hemen bütün insanlar tarafından yaygın olarak tecrübe
edilmiş bir duygudur. Bu his, endişenin belirsiz hissi, hoşnutsuzluk yaygınlık
hisleri ile karakterizedir. Genellikle otonomim semptomlar vasıtası ile kendini
ifade eder. Otonomik semptomlar; baş ağrısı, terlemek, çarpıntı, göğüste sıkışma
hissi, hafif mide rahatsızlığı şeklinde olur. Anksiyeteli bir şahıs, aynı zamanda
huzursuzluk da hissedebilir. Bu yüzden uzun süre boyunca ayakta kalmaya veya
oturmaya muktedir değildir. Anksiyete hayatın anlamını ve kendi kimliğini bulmanın,
belirsiz ve yeni şeyleri denemenin, değişikliğin ve büyümenin normal ve
olağan bir parçasıdır. Patolojik anksiyete ise, bunun tersi olarak, onun süresi veya
onun yoğunluğuna bağlı olmaksızın ortaya çıkan bir uyarana, uygunsuz bir cevap
olarak ortaya çıkar. Patolojik Anksiyete, Psikolojik Teoriler ve Biyolojik Teoriler
olmak üzere 2 açıdan değerlendirilir. Bu panelde; biyolojik teorilerden ziyade
psikolojik teoriler ve betimleyici kuram açısından değerlendirilecektir. Psikolojik
teorilerin temel üç okulu vardır. Bunlar; 1. Psikanalitik 2. Davranışçı 3. Varoluşçu
Bu üç temel teori anksiyeteye bir bakış açısı getirmişler ve bu bakış açıları ile
tedavi planlarını şekillendirmişlerdir. Psikanalitik açıdan Freud, anksiyeteyi baskılanmış
dürtülerin bilince çıkmak için temsil edilmesi ve deşarj yolları bulmak
için egoyla verdiği bir işaret olarak değerlendirirken, Davranışçı ekol; anksiyeteyi
çevrede meydana gelen spesifik çevresel uyaranlara karşı bireyin oluşturduğu
bir şartlanma cevabı oluşturur. Zamanla büyük yol kat eden bilişsel teoriye göre
ise anksiyete hastalıklarının temelinde düşüncenin yanlış yönlendirilmesi vardır.
Düşüncenin deformasyonu ve yanlış düşünce şemaları ile bozuk davranışlar ve
duygusal hastalıklar ortaya çıkmaktadır. Diğer taraftan varoluşçu teoriler, psikanalitik
ve bilişsel-davranışçı teorilerin aksine anksiyeteye herhangi bir uyaranın
sebep olmadığını, ölümün çaresizliği ve kaçınılmazlığı karşısında hissedilen ve
derinden yaşanan memnuniyetsizlik hissi sonucu ortaya çıktığını savunmaktadır.